HADİS VE SÜNNET DİNDE KAYNAK MIDIR?
Kur’an’da bir çok yerde “Allah’a ve elçiye itaat edin” emri yer alır. Ancak bu “Allah’a ve Muhammed’e itaat edin” demek değildir. Elçiye itaat etmekle Muhammed’e itaat etmek aynı şey değildir. İkisi çok farklıdır.
[rasûl], “gönderilen/elçi” demektir. Vaz‘ edildiği ilk anlamına göre rasûl, “kendisini gönderenin, gönderiş amacına, haberlerine, bilgilerine uyan kişi” demektir. (Hakkı Yılmaz,Tebyinu’l Kur’an 10. Cilt Ahzab Suresi)
Diğer insanlar vahye elçi vasıtasile muhatap olduğundan, elçiye itaatle vahye itaat aynı anlama gelir. Kısaca, “Elçiye itaat edin” demek, Allah’ın elçisi vasıtasile gönderdiğine/Kur’an’a itaat edin demektir. Hz.Muhammed elçi sıfatıyla Allah’ın gönderdiklerinin üzerine hiçbir ekleme ya da çıkarma yapamaz. Elçilik vazifesi, Allah’ın emrini olduğu gibi aktarmasını gerektirir.
Eğer o (elçi Muhammed), bazı sözleri Bizim sözlerimiz olarak ortaya sürseydi, kesinlikle ondan tüm gücünü alırdık. Sonra ondan can damarını kesinlikle keserdik. Artık sizden hiç biriniz ona siper de olamazdınız. (Hakka, 44-47)
Hadis ve sünnet bugün dinde kaynak olarak kabul ediliyor. Hadise sünnete bakılarak dinde yapılacak ya da yapılmayacak şeyler belirleniyor. Halbuki bir nakil aracı olmaktan ileri gitmeyen tarih, dinde kaynak olamaz. En geçerli hadis kitabı Buhari’nin kitabıdır. Buhari Hz.Muhammed’in ölümünden 350 yıl sonra yaşamıştır. Hz.Muhammed’i gören ve sözü işiten insanların tamamını iyi niyetli bile kabul etsek, insan bünyesinden geçen bir sözün bozulmadan bu kadar yıl yol alması mümkün değildir. Söylendiği ortama uygun düşen ancak o ortam kalktıktan sonra anlamı kalmayan sözler, peygamberin sözü söylerken ki kastı, peygamberin de öğrenme aşamasında oluşu ve hata yapma olasılığı, peygamberin elçilik vazifesi ile ilgili olmayan sözleri, sözü dinleyenin kötü niyetli olması, unutkanlığı, bilgi düzeyinin azlığı, kendisine ait hırs, kin, nefret gibi duygular, insan bünyesini güvenilmez kılmaktadır. Ve bir sözün 350 yıl boyunca onlarca insanın bünyesinden geçtiğini düşünürsek, insan bünyesinin nakil aracı olarak kullanılması imkansız hale gelmektedir. Peygamber hayatı boyunca vahye uymuş insanları da vahye uymaya çağırmıştır.
…De ki: “Onu nefsimin [kendimin] öngörmesiyle değiştirmem benim için söz konusu olamaz. Ben sadece bana vahyolunana uyuyorum. Rabbime isyan edersem, kesinlikle büyük bir günün azabından korkarım. (Yunus, 15)
De ki: “Ben size ‘Allah’ın hazineleri benim yanımdadır’ demiyorum. Görülmeyeni, duyulmayanı, geçmişi, geleceği de bilmem ben. Size ‘ben bir meleğim’ de demiyorum. Ben yalnızca bana vahyedilene uyuyorum.”De ki: “Kör ile gören eşit olur mu? Hâlâ düşünmüyor musunuz?” (Enam, 50)
O, kendisiyle uyarman ve inananlara öğüt/ hatırlatma için sana indirilen/ içine işletilen Kitaptır. Onun için, ondan, göğsünde hiçbir sıkıntı olmasın.Rabbinizden size indirilene uyun ve O'nun astlarından velilere uymayın. Ne kadar az öğüt alıyorsunuz/ hatırlıyorsunuz! (Araf, 2-3)
Hal böyle iken, elimizde de Kur’an gibi korunmuş bir Kitap varken, nakillere dayanan ve doğrulukları konusunda binbir tartışma bulunan hadis ve sünneti dinde kaynak kabul etmek uygun değildir.